30 Nisan 2025 Çarşamba

Bizim köyde "kanal vardı" dediğimde; “YouTube kanalı mı baba?” diye soran çocuklarım var.

Pompalarla yerin metrelerce altından yeryüzüne çıkarılan su, daha sonrasında —bahsettiğim kanallar vasıtasıyla— “kendi cazibesiyle” tarlalara ulaşırdı. Bizim için de cazipti. Binbir zorlukla taşınan su, biz köy çocukları için bir eğlence, bir oyun materyaliydi. Telden yaptığımız arabaları saymazsak pek oyuncağımız da yoktu gerçi.

Üniversite yıllarında iktisat kitaplarında “sınırsız ihtiyaçlar” kavramını öğrendim. Suyu mu tükettik, fazlaca mı ürettik, bilmiyorum.
Adam Smith’i yalanlayacak donanımda değilim, ama bu temel varsayımın hayatımızı nasıl şekillendirdiğini gözlemliyorum:
Köyümüzde açık kanal kalmadı.
Benim çocukluk anılarım ise, çocuklarım için artık fantastik hikâyelere dönüşmüş durumda. Tarımsal sulamada bile ihtiyaçlar tam olarak karşılanamıyor.
Renklendirilmiş haritalar bile Türkiye için çok iyimser değil.
Sahra Altı Afrika’da suya erişim çok daha kısıtlı.
Dünyanın bir kısmında çocuklar susuzluktan ölürken; başka bir yerde, "el değmeden şişelenmiş" sular, okyanusları aşıp market raflarında “kovertıble para birimleri ile” yer buluyor.
Dünya genelinde her 9 kişiden biri temiz suya ulaşamıyor.
Adaletsiz gerçekler bunlar.

Bizim bilmediğimiz dünyanın başka yerlerinde, mesele dün de böyleydi:
1930'lu yıllarda, ABD'nin Orta Batısı'ndan Kaliforniya'ya göç eden tarım işçileri, suyu 5 sent vererek satın alıyordu veya yarım mil uzaktaki benzin istasyonlarından getiriyordu. (Kaynak: Social Welfare History Project). Apartheid Güney Afrika’sında siyah işçiler, çalıştıkları topraklarda temiz suya erişemiyor; su, beyaz azınlığın kontrolünde tutuluyordu. Hindistan Bihar’da, şeker kamışı işçileri geçici barınaklarda susuz ve sağlıksız koşullarda yaşıyordu. (Kaynak: Fair Labor Association). 1980'lerde Peru'nun And Dağları’nda, madencilik faaliyetlerinin kirlettiği su kaynakları için halk protestolar düzenledi. (Kaynak: JSTOR).

Yıllar geçti.
Ülkeler değişti, rejimler değişti.
Ama değişmeyen bir gerçek kaldı: Suya ve emeğe duyulan ihtiyaç.
Su, tarlaları yeşerten şey olduğu kadar, emekçinin alınterinin de kaynağıdır.
Toprak nasıl suya muhtaçsa, insan ruhu üretimsiz, biyolojik varlığı da susuz olmaz.

Susuzluğu, sıcağı, "-e rağmen" üretmenin ne kadar kıymetli olduğunu bilirim...
Ve ben, bütün bu gerçeklikler karşısında kaplumbağanın azmiyle tavşanı geçebileceğine hâlâ inanıyorum.
Prof. Dr. Ioanna Kuçuradi bu inadı şöyle tarifliyor:
"İnatla umutluyum.
Bu bir yaşam biçimi..."

1 Mayıs kutlu olsun. 😊